3.06.2009

Kime vefa?


Bugün basında eski futbolculardan Tanju Çolak'ın açıklamalarını okuyunca irkildim.Hürriyet gazetesinden alıntımdır:

"Zonguldak'ta bugün başlayan Site Dostluk Turnuvası'nın açılışına katılan Tanju Çolak, 2000 yılında UEFA ve Süper Kupa'yı kaldıran futbolculara Galatasaray yönetiminin sahip çıkmadığını ve vefasızlık ettiğini söyledi.
"GALATASARAY'DA ARTIK ALIŞKANLIK OLMUŞ"
Bu duruma halkın da tepki gösterdiğini, kınadığını vurgulayan Çolak, "Bu durumun kabul edilir bir yanı olmadığı bir gerçek. Galatasaray'da sivrilen, Galatasaray Kulübü'nün üzerine çıkan tüm futbolcu ve teknik adamlara bu yapılıyor. Bu Galatasaray'da artık alışkanlık olmuş. Bunu çözecek, bu durumu eski haline getirip çok daha mütevazı, çok daha sahiplenen, savunan ve ailenin içine alabilecek bir yönetimin varlığı gerekiyor. Böyle olduğu sürece Galatasaray Kulübü kan kaybediyor, bana göre sevimsizleşiyor yönetimden dolayı. Ama buna bir an önce yönetim bir çözüm bulmak zorundadır. Bu formayı terletenler, bu formayı giyenlerdir zaten Galatasaray'ı bir noktaya getirenler. Ama bunlara sahip çıkılmaması da en büyük handikaptır, en büyük kötülüktür, en büyük çirkinliktir" dedi."

Lafı çok uzatmayacağım, sadece hislerimi yazacağım.Galatasaray kulübü sadece futbol takımı değildir, bir gelenektir.Galatasaray taraftarı sadece seyirci değildir, kulübüne tutkuyla bağlı bir topluluktur.Galatasaray vefa göstermesini çok iyi bilir.Metin Oktay'a futbolu bıraktıktan 40 sene, ölümünden 18 sene sonra şarkılar yazan bu taraftardır.Galatasaray bu kulübe zarar vermemiş olan, bu kulübe kalben bağlı tüm sporculara vefa göstermiştir, gösterecektir.Bülent Korkmaz'a, Hakan Şükür'e jübile yapmak isteyen Galatasaray'dır.Bunu kabul etmeyen ise futbolculardır.Dünyada hangi kulüb sırf 'vefa' olsun diye hangi futbolcuya 40 yaşına kadar sözleşme yapmıştır.Vefa ile profesyonellik karıştırılmamalıdır.İyi oynadığı dönemlerde sözleşme imzalarken profesyonel olan oyuncular, kötü oynadığında kendilerine sözleşme uzatılmayınca Galatasaray'a vefasız diyemez.Galatasaray kulübünün hiçbir futbolcusuna vefa borcu yoktur.Futbolcuların ise Galatasaray'a maddi manevi borçları vardır.Bu nedenle vefa borçlarını bir an önce ödesinler.


UEFA kupasını alan kadroya saygımız sonsuz.Ama bu kulübe zarar vermeye kalkarlarsa, gerekli tepkiyi alırlar.Güzel ayrılalım, güzel anılar kalsın hatıralarda.

31.05.2009

Sezon Finali


Ligin son maçında Galatasaray seyircisiyle, takımıyla, emektar futbolcusu Tugay'ın Aslan yuvasına vedasıyla harika bir final yaşattı hepimize.


Bu maçın öncesinde Galatasaray basketbol takımımızın Efes Pilsen karşısındaki sezonun son maçında, taraftarımızın ağır yenilgiye rağmen tüm oyuncuları teker teker alkışlayıp, sezona veda edişi ile başlayan bu muhteşem günün devamı Ali Sami Yen stadında gerçekleşti.


Takımımızın büyük kaptanlarından Tugay'ın Sami Yen'deki vedası, taraftarın sevgi gösterileri, artık bitmiş denilen 'vefa' kavramının, gerektiği yerde, hakeden kişilere, nasıl ve ne şekilde gösterildiğinin açık göstergesi oldu.Galatasaray gerçek değerlerine hakettiği saygıyı her zaman gösterir.Eğer bu 'vefa'dan gocunan eski futbolcular varsa hatayı yönetimde ve camiada değil de kendilerinde aramalıdır.Aile içinde yaşanan zorlukları devamlı basına yansıtan ve takımı içten,dıştan çökertmeye çalışan futbolculara aynı saygının gösterilmemesi çok normaldir.


Bülent Korkmaz son maçında takıma harika bir oyun oynatarak ağzımızda güzel bir tat ve kafamızda az da olsa güzel anılar bırakmasını sağladı.İnanıyorum ki biraz tecrübe ile ileride tekrar Galatasaray'a yararlı bir şekilde geri döenecektir.Herşey için teşekkürler büyük kaptan.


Şimdi yönetimi zor zamanlar bekliyor.Temmuz ortasında takım UEFA kupası maçlarına hazır olmalı.Bu da takımın önünde 1.5 aylık bir zaman olduğunu gösteriyor.O halde en kısa zamanda yeni hoca bulunmalı ve takıma gerekli takviyeler yapılmalıdır.De Sanctis gitti.Lincoln büyük ihtimalle (umarım) satılacaktır.Ümit Karan ve Hasan Şaş ile vedalaşıldı.Uğur Uçar geri döndü.Sabri'yi satma girişimleri var ama ne kadar başarılı olunacak bilinmiyor.Uğur eski formuna kavuşana kadar bir sağ bek bulunmalı.Eğer Mehmet Topal ve Linderoth da satılacaksa takımın orta sahasına takviye lazım.Bursaspor'dan Mustafa Sarp ile anlaışıldığı ifade ediliyor.Yararlı bir oyuncu olduğunu düşünüyorumForvete iyi bir yabancı gerekiyor.Servet'in ve Emre Güngör'ün durumları belli olmadığı için, Emre Aşık'ın da bütün bir sezon üst düzey futbolu kaldıramayacağı için defansa en azından bir yabancı ve bir yerli defans oyuncusu gerekecek.Kişisel fikrim Volkan Yaman, Mehmet Güven, Ferdi Elmas, Aydın Yılmaz, Aykut Erçetin gibi futbolcularla bu sene sonunda vedalaşılmalıdır.


Giden futbolcuların yerine alınabilecek futbolcular kimler olabilir.Sıralamak gerekirse Sivas'tan Abdurrahman Dereli, Ankaraspor'dan Özer Hurmacı, Antep'ten Murat Ceylan, İBB'den Erman Kılıç, Manisa'dan Ferhat Öztorun (Trabzonspor ile anlaştığı söyleniyor) ve Ufuk, Ajax'dan Faslı İsmail Aissati, Chievo'dan Kerlon (Inter ile özel bir sözleşme ile oynamakta), Arsenal'den Carlos Vela, Feyenoord'dan Wijnaldum, Rangers'dan Steven Naismith şu an ilk aklıma gelenler.Bu oyuncuların fiyatlarının gelecek senelerde astronomik rakamlara ulaşacağını düşünüyorum.Eğer yönetim yabancı alacaksa ve bonservis ödeyeceklerse bu futbolculara mutlaka göz atmaları gerektiğini düşünüyorum.

Not:Arda Turan, Hakan Balta, Ayhan Akman, Barış Özbek, Milan Baros, Harry Kewell, Emre Aşık ve Hüseyin Beşok'a bu sene gösterdikleri özverili performans için ayrıca teşekkür ederiz.

27.05.2009

VEFASIZLIK YERİNE, YERİN DİBİNE SOKMAK


Bugun değerli kardeşim Emre Açıkgöz'ün yazısını ufak sansürlerle (mecburen:)) sizlere sunuyorum:


Dün akşam Tv'de Tugay'ın vedasıyla ilgili görüntülerden sonra Türkiye'de sessiz sedasız futbolu bırakan futbolculara yapılan vefasızlıktan bahsediliyordu.Habere göre yönetmelik futbolu bıraktıktan sonra 5 sene içinde futbolcuya jübile maçı yapılabilir diyor.Yani birçok futbolcu için artık zaman dolmak üzere."Zaten yapılacak olsa zamanında yapılırdı" diyebilirsiniz.Ama "zamanında yapamadık bakın Tugaya ne güzel veda etti İngilizler" diyecek olursak zaman daralıyor bazıları için.

Bunu neden anlattığıma gelince.Küçüklüğümden beri beni Galatasaray sevgisiyle tanıştıran o kültürle büyüten;çoğu çocuğun aksine babam değil annem olmuştur.Gençliğinde Suat Mamat'ın rövaşata üstadı olarak ün yapmasını,Metin Oktay'ın Galatasaray için ne demek olduğunu öğreten,ben küçük bir çocukken Kadıköy çarşısında benimle beraber Galatasaray bayrağı satın almaya çalışacak kadar gözü dönmüş fanatik Galatasaraylı annem olmuştur.

İşte o annem dün akşam Hakan Şükür'e neden jübile yapılmadığını sordu bana.Kısaca anlatmaya çalıştım ve anladığından emin olabilmek için detaylara da girdim.Olursa nasıl olacağını da söyledim.

Hakan Şükür'ün Türk futboluna ve Galatasaray'a hizmeti tartışılamaz.Jübile yapılmasını sonuna kadar haketmiş, en önemli başarılarda en çok payı olanların başında gelmiştir.

Ama Galatasaray'ın geleneklerinde olmayan kavramların kulübe ve tabii ki aynı zamanda takımın içine sokulmasına, takım içinde futbolculara,yönetime ve teknik direktörlere tavırlar alınmasına sebep olan ve her sene takıma başka şekillerde zarar veren de yine Hakan Şükür olmuştur.

Bu hafta Paolo Maldini Milan'daki kariyerini bitirdi.İstanbul'da Liverpool'a CL finalinde kaybettikten sonra İtalya dönüşü bir taraftar grubuyla tartışması, bu gruba "paralı asker" ve "fakir rantçılar" demesi üzerine CURVA SUD denen bu tribün grubuyla sorun yaşadığı zaten biliniyordu.İşte Maldini'nin vedasında herkes alkışlarken bu tribün BARESI pankartı açtı.Ve ardından da Ali Ece'nin bloğundan aşşırdığım aşağıdaki açıklamayı yaptılar.

"Curva Sud'un yapmaya niyetlendiği şeyin italyan basınında yanlış bir şekilde yer almasıyla Milan Roma maçında olanlara açıklık getiriyoruz.Maç sırasında Paolo Maldini'ye teşekkürlerimizi (şükranlarımızı) sunduğumuz 2 pankartı açtık.


İlki, takımların sahaya girdiği sırada, "GRAZIE CAPITANO: SUL CAMPO CAMPIONE INFINITOMA HAI MANCATO DI RISPETTO A CHI TI HA ARRICCHITO" (teşekkürler kaptan: saha içinde tükenmeyecek bir şampiyonsun ama seni yüceltenlere saygı göstermeyi unuttun)

2. yarıda ise "PER I TUOI 25 ANNI DI GLORIOSA CARRIERA SENTITI RINGRAZIAMENTIDA COLORO CHE HAI DEFINITO MERCENARI E PEZZENTI"(25 yıllık başarılarla dolu kariyerin için sana paralı asker ve rantçı dediğin renklerden teşekkür)


Açıklamak isteriz ki pankartlarımız tartışma yaratmak için değil sadece futbolcununun fanlarına olan tutumunu kariyeri boyunca defalarca söylediği sözlerle göstermekti. Bunlardan en hoş olmayanı ise "fakir rantçılar" cümlesiydi ki kendisi bunu Istanbul dönüşü takıma yakın olmak için 800 euro harcayan kişilere söylemişti.


25 yıllık kırmızı siyahlı kariyerinde maldini'ye karşı birşeyler bulabilmek hayli zor. Milan - Roma'a maçında bile sadece şarkı söylerken bize (Curva Sud) karşı hareketleri ve sözleri sonrası biz provakatif bir cevap olarak sadece Franco Baresi'nin bayrağını gösterdik. Bizim için önce olan her zaman önce olacaktır.


Gerçeği anlamak için Maldini'nin örnek gösterdiği gibi: sadece saygı


Uzlaşmadan, alayına curva sud milano"


Hakan Şükür' e jübile yapılmalıdır,bu vefa gösterilmelidir.

Ama ben onu yerin dibine sokan "SADECE METİN OKTAY VARDI" pankartlı tribünde olmak istiyorum...

26.05.2009

Patron kim?


Sezon bitmeden takımımızda teknik direktör arayışları başladı.Bülent Korkmaz bizim büyük kaptanımızdı, bu takım için çok büyük işler yaptı.Saygı duyuyoruz.Bu sezonki başarısızlıklarla Bülent Korkmaz'ın en ufak bir alakası yok aslına bakarsanız.Takımı kimlerin! kurduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.Ancak Bülent Korkmaz takımın başında çıktığı maçlarda şunu göstermiştir ki bu takım için yeterli değildir.İyi bir hocanın altında yardımcı olarak çalışmayı kabul etmesi lazımdır yoksa bu takım için yararından çok zararı olacaktır.Hem kendi hem de Galatasaray için gururunu bir kenara bırakıp, öğrenecek daha çok şeyin olduğunu kabul etmelidir.


Sezon başında kurulan takım tüm Galatasaray'lıları ne kadar da heyecanlandırmıştı.Baros, Kewell, Meira,Lincoln, De Sanctis... Hepsi inanılması güç transferlerdi ama olmadı.Takım bir türlü istenen düzeyde istikrar sağlayamadı. Benfica, Berlin maçları hepimizi heyecanlandırdı ancak 2.yarının başında Lincoln'un takımın içinde yarattığı huzursuzluk koca bir şampiyonluğa ve şampiyonlar ligine gidilememesine sebep oldu.Kayıp 20 Milyon euronun üzerinde.


Şimdi Haldun Üstünel kendine yakışanı yapıyor ve tek başına hoca arayışına çıktı.İlk önce Schuster dendi, o olmadı...Eski hocamız Lucescu pahalı geldi...Şimdilerde yeni bir hoca üzerinde yoğunlaşıyor Üstünel.Konuşulan hocanın 3 lig şampiyonluğu ve 3 uluslararası başarısı varmış.İmza çok yakınmış..


Bu isim kim olur diye düşünüldüğünde 2 isim ön plana çıkıyor.Paul Le Guen ve Co Adriaanse.Paul Le Guen büyük takım çalıştırmaya alışık bir hoca.3 sene arka arkaya Lyon'u şampiyon yaptı.2007 den bu yana PSG'i çalıştırıyor ancak beklenen başarılara imza atamadı bir türlü.Bunda PSG nin kadrosunun Fransa ligi için yetersiz olmasının büyük bir payı var.Fransa ligini bu sene sonunda 4. bitirme imkanı var eğer son maçını kazanırsa.Geçen sezonu 16. ve bir önceki sezonu 15.bitirmiş bir takımı 4.lüğe taşımakta küçümsenemiyecek bir başarıdır bence ama PSG bu sezon sözleşmesini yenilemedi Le Guen'in.Eğer Galatasaray'a gelecekse başarılı olacağına inandığım bir hoca.Tabii öncelikle futbolcuların saygısını kazanması lazım.Yoksa Skibbe gibi ağzınla kuş tutsa yaranamaz...

25.05.2009

Eren Talu ve Defne Samyeli'ye Saygı


Defne Samyeli'nin Aslantepe'nin yapımı ile ilgili eşi Eren Talu'ya ithafen yazdığı yazıyı daha sizinle paylaşmak istedim.Bir insanın eşine daha fazla destek olması mümkün değildir sanırım.Ellerine sağlık Defne Samyeli.Desteğe devam ettiğin sürece Eren Talu'nun bu stadı bitireceğinden hiç şüphem yok...Sevgiler, saygılar ikinize de...





"Hayallerinin peşinde koşmak adına risk alan insanlara çok saygı duyarım.Emin ve sakin sularda olmak pahasına, içgüdülerine, isteklerine gem vurmak bana göre değil.Yapı itibariyle ben de öyleyim. Risk almaktan çekinmesem, kimin ne diyeceğine çok takılsam, ben, bugünkü ben olmazdım. Haa, 'bugünkü ben' iyidir, kötüdür, doğrudur, değildir, bilemeyeceğim.Tek bildiğim benim bugünkü Defne'den çok memnun olduğum.Daha memnun olduğum bir başka şey de, kendime eş olarak müthiş bir adam seçmiş olmam.Kocam Eren zaten hayran olunacak birisi. İyi kalpli, kimsenin ayağına basmayan, şefkatli ve hassas bir adam.Bu geçtiğimiz yılda, bu özelliklerine ek olarak, ne kadar 'kahraman' bir yüreği olduğunu da anladım.Eren, hayallerinin peşinde koştu.Ve Galatasaray'ın yeni stadının yapımı ihalesine girdi. Daha önce pek çok ihaleye girmişti; ama bunun Eren için önemi vardı:Çünkü Galatasaray'a stad yapacaktı.


Bilen bilir. Eren'in ailesi beş kuşaktır Galatasaray'lı. Galatasaray Lisesi'nin bahçesinde babasının dedesi Recaizade Mahmut Ekrem'in büstü var.Sarı kırmızılı takımın Seyrantepe konusundaki makus talihini değiştirmek onun için öyle bir tutku halini aldı ki, bir çok aklı başında kişinin girmeyi bile düşünmediği ihaleye resmen balıklama atladı.Projeyi ihaleye çıkaran TOKİ'nin Başkanı Erdoğan Bayraktar, bundan birkaç ay önce aynen şöyle dedi:'Bu işi yapacak bir deli aranıyordu. Bulundu. Eren Bey resmen delilik yaptı.'Evet, delilikti.Zira, şartları çok ağırdı.Önce yaklaşık 200 milyon dolar kadar bir para harcayıp sıfırdan bir stad inşa etmeniz gerekiyordu.Stad da devletin, arsa da devletin olacaktı.Ev yapıyor olsanız, bir yandan maketten satarak para bulmanız mümkün. Hiç bir şeyini satamayacağınız, garanti olarak gösteremeyeceğiniz bir stadın inşaatını nasıl finanse edersiniz?Delilik melilikti; ama gün, başka bir gündü. Başarı adına risk alabilmek için doğru bir gündü. Potansiyel ortaklar ve bu işe finansman sağlamak isteyen bankalar kapıda resmen kuyruktaydı.Sonra ne olduysa oldu; Türkiye'nin siyasi iklimi değişti. İlk yabancı ortak, dayanamadı gitti.Bu arada neredeyse Haziran ayı olmuştu; çok değerli bir 6 ay kaybedilmişti. Bürokratik engeller, stad zemininin 'elverişsiz' çıkması yüzünden değişmesi gereken planlar nedeniyle inşaat Haziran'da başlayabildı.Bu arada yeni ortak arayışları devam etti.Eren, varını yoğunu ortaya koyarak inşaata devam etti. Galatasaraylılar'a söz vermişti; stadın vaktinde yetişmesi lazımdı.

Dünyayı sarsan ekonomik kriz Türkiye'nin de kapısını çalınca yeni ortak ve finansman bulmak iyice zorlaştı.Kocam yılmadı; her ihtimali değerlendirdi. Körfez ülkelerini gezdi. Hatta bir süre Dubai'de resmen yaşadı diyebilirim.Sonunda Abu Dhabi Emiri'nin akrabası Şeyh Nahayan'in şirketini ortak olarak buraya getirdi.Dertler bitmedi.Zaten birinci günden itibaren aile olarak bu ihaleyle ilgili başımıza gelenler, Alacakaranlık Kuşağı gibi dizi olur.Sadece bürokratik, ekonomik engellerden söz etmiyorum.Bir kaç kere çok ciddi anlamda kasıtlı olarak batma noktasına getirildik.Son bir buçuk yılda insanoğlunun istediği zaman ne kadar karanlık olabileceğine şahit olduk. Bazı dost bildiklerimizin bizim zor durumda olmamızdan çıkardıkları keyfi gözlemledik. Bazı yeni ve harika arkadaşlar edindik.Ailemizin ve en yakın dostlarımızın desteğinin ne kadar önemli, ne kadar şükredilesi olduğunu keşfettik.Bu proje kapsamında öyle şeyler yaşadık ki, Eren kamuoyuyla paylaşılmasına rıza göstermediği takdirde bunlar benimle mezara gidecek.Kocam, isyan çıkaran işçilere para ödeyebilmek için yine Dubai'de yaşamaya başladığı günlerde, yetişebildiği kadar her ortamda yayınlara katılıp demeç vererek kibarca işin aslını anlatmaya çalıştı.Anlayan anladı; anlamayan/dinlemeyen anlamadı.Bunu yaparken, vakitsizlikten uzayan sakalıyla, AKP'ye yaranmaya çalışmakla suçlandı.Defalarca her şeyimizi kaybetme noktasına geldik.Eren, bu ortamda kendisinden çok daha büyük şirketler, inşaatlarına çoktan kilit vurmuşken, ortaklar finansmanı kesmiş olmasna rağmen çözüm üretti; inşaatı sürdürdü.Ne zaman ki işçiler,-yönlendirildiklerini sonra gelip bize itiraf ettiler- onu zor durumda bırakmak için inşaatta iyice taşkınlık yapar hale geldiler ve de GS bayrağını indirdiler; o zaman o inşaatı artık terketmeleri gerekti.Şimdi, her şey yolunda gibi.


Yola devam yani. Bu hafta yeniden betonlar dökülmeye başlandı.Galatasarylılar, stadlarına kavuşacak.Yeni bir problem çıkabilir mi? Elbette, hiç bir şeyin garantisi yok hayatta.Ama bilin ki, bazen hiç bir şey dışarıdan göründüğü gibi olmuyor.Çok değerli bulduğum, sevdiğim bir insanın, inandığı iş için kahramanca çarpışırken haketmediği ithamlarla karşı karşıya kalması sonucu, bu yazıyı yazayım dedim de, tarihe bir not düşelim.Geçen haftaki yazımda demiştim: Allah, kınayanın başına böyle ihale versin.Geri alıyorum, vermesin.En azından herkese.Bir aile olarak herkes bizim kadar güçlü duramayabilir.Kıssadan hisse:İnandıklarımız için yola devam. Kim ne derse desin."

21.05.2009

Arda Turan Metin Oktay'ın yolunda mı?




"Burada doğdum burada öleceğim. Tugay ağabey yapmıştı. Beni çok etkilemişti o zamanlar. Gerçektende isteğim bu benim. Burada doğdum burada yaşlanmak istiyorum..." sözleriyle 21/12/2008 günü Beşiktaş'ı 4-2 yendiğimiz maçı sonrası tribünlere yaptığı işareti anlatmıştı genç Arda.Yıllar önce Tugay abisinin yaptığı işareti örnek aldığını ifade etmişti.




Arda Turan genç yaşına rağmen sahadaki duruşuyla ne kadar çabuk olgunlaştığını ve takım içerisinde ne kadar söz sahibi olduğunu her geçen gün daha fazla gösteriyor.Oyun karakterinin ne kadar benzersiz olduğunu söylemeye gerek bile yok.Yıldızının parlamaya başladığı Mlada Boleslav maçı halen aklımda.Tüm tribünlerin ve Türkiye'nin sevgilisi olan bu genç acaba bu sene sonunda yuvadan uçacak mı?




Bu sene içinde Arda'yı yıpratmak için basın her geçen gün yeni bir yazı ile karşımıza çıkıyor.Amaç hem Arda'yı yıldırmak, hem de onu yuvadan koparmaya çalışmak.Kız arkadaşları ile ilgili yüzlerce haber, fotoğraf, yazı, Fransa'da gece klubüne gitmesi, tabanca resimli tshirtü, takım içinde huzursuzluk yaratması, beş para etmeyecek futbolculara tokat atması, kaptanlık sorunu vs vs vs....Sanki hepimiz 21 yaşında rahip hayatı yaşıyorduk, hiç kavga etmiyorduk, aykırı tshirtler giymiyorduk...




Bunlara ek olarak şu sıralarda da Arda'yı transfer etme girişimleri başladı.Yabancı basından alınan haberlere göre Bayern Münih Ribery'nin yerine Arda'yı istiyormuş, Juventus Arda transferi için ısrar ediyormuş, Wenger Arda'yı kadrosunda istiyormuş...Miş muş...Bütün bu konuşmaların sonucunu 3-4 ay içinde göreceğiz.Ama kesin olan bir konu var ki Arda Galatasaray'lıdır ve ömrünün sonuna kadar Galatasaray'lı olarak kalacaktır.İnancım şudurki Arda bu sene giderse bile dönüp dolaşıp Galatasaray'ına geri dönecektir ve Galatasaray'lı Arda olarak jübilesini yapacaktır.




Arda Turan da Metin Oktay gibi formasını seven, gerektiği yerde Galatasaray için kavga eden, hakeden kişiye kafayı koyan! bir Galatasaray'lıdır.Babam bana nasıl Metin Oktay'ı anlatıyorsa bende yıllar sonra çocuklarıma, torunlarıma Arda Turan'ı anlatacağım...




3-5 kuruşa, 1-2 kuşa takımını satmadı...Galatasaray kaptanı olarak futbolu bıraktı diyeceğim...








20.05.2009

Galata Saray'ı Efendileri Hikayesi


Her Galatasaray'lının bilmesi gereken bu hikayeyi sizinle paylaşmak istedim.Galatasaray ruhunun nerden geldiğini herkes bilmeli, bilmeyenlere anlatmalı....



1905 yılı Ekim ayında Galatasaray Lisesi öğrencilerinden Ali Sami Yen, Galatasaray Lisesi’nde Mehmet Ata Bey‘in dersi sırasında arkadaşlarıyla konuşarak, yeni bir futbol kulübü kurmaya karar verir: “1 Ekim 1905′te mektebin beşinci sınıfında edebiyat öğretmenimiz merhum Mehmet Ata Bey’in dersi esnasında birkaç arkadaş baş başa vererek Galatasaray’da bir futbol kulübü kurmaya karar verdik.” Mehmet Ata Bey’in dersinden sonra tenefüste herkes futbol oynamak için yine Grand Cour’a toplanır, oysa, o dönemin II. Abdülhamit idaresi, spor kulüplerini kurmak bir yana, gençlerin bir araya gelmesini bile yasaklamaktadır.İşte Galatasaray futbol takımının “nüvesi”ni oluşturan ilk futbol takımları böylece oluşmaya başlar. Ali Sami Yen’in deyimiyle, bu takımları oluşturan çocukların arasında Alexandre Dumas‘nın Üç Silahşörleri’ne benzer bir bağlılık vardır. Kimi zaman hakaretlere uğrayan, kimi zaman dövüşmek zorunda kalan, kimi zaman tutuklanıp, okuldan uzaklaştırılan bu çocuklar, bağlılıktan doğan gücü keşfederler.
Okulda müdürleri Abdurrahman Şeref Bey de ‘camlar kırılıyor’ diye futbol oynanmasını yasaklar. II. Abdülhamid’e okul ve öğrenciler aleyhine jurnal verilmesi sonucunda, okul dışında da futbol oynanması engellenir. Ancak Ali Sami Yen ve arkadaşları hapsedilmeyi, sürülmeyi göze alarak her hafta İstanbul’un başka bir çayırına giderek gizlice futbol oynarlar. Bu alışkanlıkları kulüpleşinceye kadar devam eder ve onlara sürekli sıkıntı yaratır. Galatasaray Kulübü’nün büyük kurucusu Ali Sami Yen’in ifadesine göre; “Her defasında rahmetli Abdurrahman Şeref bizleri, mektebin futbol âşıklarını odasına çağırır, karşısına dizer: ‘Siz yine futbol oynamışsınız öyle mi?’ diye sorardı. Hepimiz susar, bu soruya cevap vermezdik. O zaman aziz müdürümüz yanımıza yaklaşır, tombul eliyle hepimize birer tokat aşkeder, ‘Bir daha top oynadığınızı görmeyeyim’ derdi. Biz tokatları yer, mektepten izinli çıkar çıkmaz en uzak çayıra gider yine futbol oynardık”.
Dönemin kolluk kuvvetleri olan hafiyeler de bu başarılı öğrencilerin top oynamasına izin vermemek için onları takip eder ve jurnallerini ilgililere iletirlerdi: “Mekteb-i Sultanî-i Şahane talebesinin kale kurup birbirlerine top endaht ettiklerinin görüldüğü bera-yı sadakat arz olunur.”
Ali Sami Yen ve arkadaşları, 1905’de Kadıköy’de bir Rum ekibiyle oynadıkları maça isimsiz olarak çıkar ve maçı 2-0 kazanırlar. Maçların sonunda, kulübün ismi seyirciler tarafından konur: “Galata Sarayı Efendileri”.
Müdür Bey’in tokatları ve mektebin cezaları, hafiyelerin takibi veya hapse atılmak tehlikesi, “Galata Sarayı Efendileri”nin futbol aşkını söndüremez. Hiçbir baskı, Galatasaray Kulübü’nün bu gençlerle doğmasını engelleyemez. Tam bu sırada, Galatasaray’ın en büyük şansı Tevfik Fikret gibi bir Galatasaraylı’nın müdür olarak göreve gelişi ile gerçekleşir.
Tevfik Fikret, eski müdürün tam tersi olarak futbol oynayanlara baskıcı bir tutum sergilemez, aksine takım kurma ve kulüpleşme aşamasında elinden geleni yaparak mektepten sonra kulübe de büyük katkı sağlar. Kendi devrimci ruhunu Galatasaray anlayışıyla birleştirerek Galatasaray’ı kısa zamanda gerçek kimliğine kavuşturan Fikret, müdürlük görevin yanı sıra Galatasaray Spor Kulübü’nün “hami (koruyucu) başkanlığı”nı da üstlenmiştir.
Galatasaray Spor Kulübü’nün ilk renkleri kırmızı-beyaz olarak belirlenmişti. Türkçülük renklerinden esinlenerek seçilen bu renkler, dönemin baskıcı ve yanlı düşünen yönetimi tarafından kuşkuyla karşılanarak futbolcular yakın bir takibe alındılar. Osmanlı İmparatorluğu’nun giderek yükselen bir Türkçülük hareketinden korkması ile; bu renklerin kullanılması da yasaklanır. Ali Sami Yen’in yorumuyla; “Kuşdili’nin meşhur al fesli, palabıyıklı, tıknaz hafiyesi etrafımızda çizdiği çarkları daraltmaya ve fena gözle bakmaya başlamıştı. Çok genç olmamızı, bu hareketlerimizin anlayışla karşılanması için kalkan olarak kullanmakla beraber, amacımıza ulaşma yolunda, istemeye istemeye kırmızı-beyazı terk ettik.”
O zamanki lig federasyonunun teklif ettiği, sarı-siyah renkler de gündeme gelmiş, ancak kalıcı olmayınca yeni renkler bulunması gerekmiştir. Bu renklerin öyküsünü Ali Sami Yen’den dinleyelim: “Birçok yeri dolaştıktan sonra, nihayet Bahçekapı’daki Şişman Yanko’nun dükkanına gidilerek orada zarif iki yünlü kumaşa tesadüf ettik. Biri, vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızı, öteki de, içinde turuncudan iz taşıyan tok bir sarı. Tezgahtar, mahirane bir el hareketi ile kumaşların dalgalarını birleştirdi. Bir saka kuşunun başı ile kanadının yarattığı renk güzelliğine benzer bir parlaklık hasıl oldu. Ateşin içindeki renk oyunlarını görür gibi olmuştuk. Sarı-Kırmızı alevinin takımımız üstünde parıldamasını tasavvur ediyor ve bizi derhal galibiyetten galibiyete götüreceğini tahayyül ediyorduk. Nitekim de öyle oldu.” Metresi otuziki kuruş olan bu sarıyla kırmızı, onları etkilemiştir. Umduklarından daha pahalı olmasına rağmen, kestirip alırlar. Alınan sarı-kırmızı kumaşlar, Ali Sami Bey’in kız kardeşi Samiye (Erer) Hanım tarafından forma olarak dikilir.Sarı-Kırmızı formalı Galatasaray Futbol Takımı ilk kez 6 Aralık 1908 günü Barhau İngiliz gemisi takımıyla yapılan maça çıkar. Bu, zafer yıllarının başlangıcı ve ilk adımıdır. Ve böylece, 1908 – 1909 sezonunda ilk şampiyonluğa ulaşılır. Şampiyonluğa giden seride son maçta İmogen ‘i 11-0 yenen “Galata Sarayı Efendileri” şampiyon olan ilk Türk takımı olarak Türk Futbol Tarihi’ne geçer. İlk şampiyonluğa ulaşan Galatasaray oyuncuları, aldıkları İstanbul Ligi Şilti’ni de çok sevdikleri müdürleri, ağabeyleri, hocaları Tevfik Fikret ile paylaşarak o günün anısına unutulmaz bir hatıra pozu verirler. Galatasaray, sırasıyla 1909 – 1910 ve 1910- 1911 sezonlarını da şampiyon olarak tamamlar.



Kaynak:Galatasaray.org